top of page
Ara

TÜRKİYE’NİN AFRİKA STRATEJİSİ

Güncelleme tarihi: 31 Oca 2023

EBRU KAİN


Türkiye Cumhuriyeti Afrika’nın kuzeyi ve doğusunda asırlarca hüküm süren Osmanlı devletinin mirasçısıdır.

1998 yılında Afrika Eylem Planı ile başlayan geçen yirmi yıllık dönemde uzun yıllar ihmal edilen alanlardan biri olan Afrika ve Türkiye-Afrika ilişkileri bugün Türk Dış Politikası’nın başta gelen gündem maddeleri arasına girmiştir.

21. yüzyılın Afrika yüzyılı olacağı söylenmektedir. 2018 verilerine göre, dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisinden 6'sı Afrika'da yer almaktadır. Petrol ve doğalgaz gibi yeraltı kaynaklarının yanı sıra önemli madenlere de ev sahipliği yapan Afrika, ABD ve AB gibi kıtanın geleneksel ortaklarının yanı sıra Çin başta olmak üzere, Brezilya, Hindistan, Japonya ve Rusya gibi yükselen güçlerin rekabet alanı hâline gelmiştir. Dünya politikasındaki ağırlığını hızlı bir şekilde artıran Afrika'nın yükselişi, Türkiye'nin kıtaya yönelik ilgisini de artırmıştır.

Türkiye, 21. yüzyılın başından itibaren Afrika ülkeleri ve Afrika Birliği Örgütü ile ilişkilerini her alanda geliştirmek için etkin bir dış politika izlemektedir.

Türkiye’nin 2000’li yıllarda gözlenen iddialı ve çok-yönlü dış politikasının bir yönü Afrika’ya verdiği önem ve yaptığı vurgudur. Aslında, sahip olduğu köklü tarihî bağlarına rağmen ilgi, bilgi ve strateji yoksunluğundan dolayı Afrika kıtasına yeterince önem vermeyen Türkiye’nin kıtaya ilgisi görece yeni bir ilgidir.

Son yıllarda Türkiye’de Afrika’ya olan ilgi, kıtanın uluslararası sistemdeki önemine paralel olarak gerek akademik camiada, gerekse siyasi alanda artmıştır.

1957 yılında Gana ile başlayarak, giderek artan sayıda Sahra-altı Afrika ülkesinin bağımsızlığını kazanmasına paralel olarak, Afrikalı lider ve düşünürler tüm Afrika ülkelerini aynı çatı altında toplayan bir uluslararası kuruluşun hayata geçirilmesini önemli bir hedef olarak belirlemişlerdir. Bu çalışmalar sonucu hazırlanan “Afrika Birliği Örgütü” (Organization of African Unity) Kurucu Andlaşması, 25 Mayıs 1963 tarihinde Addis Ababa’da imzaya açılmıştır. Kurucu Andlaşma, o tarihte bağımsız olan 32 Afrika ülkesinden 30’u tarafından imzalanmıştır.

Ülkemizin Afrika ülkeleriyle ikili düzeydeki ilişkilerine ek olarak Afrika Birliği’yle (AfB) ilişkileri de her geçen gün artarak güçlenmekte ve kurumsallaşmaktadır.

Ülkemizin AfB ile ilişkileri 1963 ve 2002 yılları arasındaki dönemde sınırlı kalmıştır. Afrika’ya Açılım Politikamızın ivme kazanmasıyla birlikte, 2002 yılından itibaren AfB Zirvelerine misafir ülke olarak katılan ülkemiz, 2005 yılında AfB nezdinde gözlemci ülke statüsü kazanmıştır.

Türkiye’nin Afrika kıtasına açılması hem ülke içindeki siyasi değişiklikler hem de küresel çapta yaşanan gelişmelerin neticesinde mümkün olmuştur.

Türk dış politikasının geleneksel parametreler dışına çıkarak çok yönlü ve çok boyutlu bir çerçevede tanımlanması Türkiye’nin sadece yakın komşularıyla değil bu zamana kadar ihmal edilen diğer bölge ve kıtalarla da ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirmesine imkan vermiştir. Afrika açılımı da bu yeni dış politikanın ayrılmaz bir unsurudur. Bu çerçevede, Türkiye’nin Afrika açılımı da sadece bir rastlantı değil bilakis Türkiye’nin hem yakın hem de uzak çevresine karşı bakış açısının değişmesinin bir neticesidir. Aslında, Afrika açılımı Türkiye’nin yeni dış politika psikolojisinin somut göstergelerinden biridir. Batı eksenli dış politikanın yerine çok yönlü/çok boyutlu bir dış politika benimsenmesi ile birlikte şimdiye kadar ihmal edilen bölge ve ülkelerle ilişkiler ivme kazanmış ve Afrika da artık Türkiye’ye uzak ve problemli bir coğrafya olarak görülmekten çıkmıştır.

Batı ülkelerinin aksine Türkiye Afrika kıtasında yumuşak gücün temsilcisi olmuştur.

Coğrafi ve jeo-politik konumunun getirdiği avantajları da kullanarak, Afrika’yı önceleyen dış yardım ve kalkınma politikaları çerçevesinde yürütülen devlet-STK işbirliği ve resmi kalkınma yardımları Türkiye’nin sahip olduğu yumuşak güç potansiyelini başarılı bir şekilde ve tüm yönleriyle kullandığını göstermektedir.

Bugün itibariyle, kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve insani yardım örgütleri tarafından bütüncül bir dış politika anlayışı içinde yürütülen ve siyasi, insani, ekonomi ve kültür olmak üzere dört ayak üzerindendevam ettirilen ilişkilerde siyasi diyalog mekanizmalarından ticaret hacmine, ekonomik yatırımlardan eğitim faaliyetlerine kadar birçok alanda hızlı ilerlemeler kaydedilmiştir.

Afrika’nın güvenlik ihtiyacı ve savunma harcamalarını da düşünürsek, Türk Savunma Sanayii ile Afrika pazarında etkinliğini artırması beklenmektedir. Bu anlamda, Türk Savunma Sanayii, Afrika’nın savunma ihtiyaçlarını karşılayabilecek niteliğe ve teşkilatlanma yapısına sahiptir. Kazanırken Afrika’ya da kazandıran bir Türkiye, Afrika’nın savunma sanayii alanındaki en büyük ortaklarından birisi hâline gelecek ve aynı zamanda ABD, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerin terör örgütleri üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşlarının önüne geçerek Afrika’da güvenlik ve istikrarın sağlanmasına da yardımcı olacaktır.


EBRU KAİN





Comments


bottom of page